Düşünsene, sözleri çok güzel bi' şarkı var, fonda o çalarken tanımadığın bir sürü insan sana sarılıyor.
thenicestplaceontheinter.net tam da bunu yapmış.
Kendine "internetteki en güzel yer" ismini vermiş ve internette yapılabilecek en güzel işlerden birini yapmış.
Yalnızız, çok yalnızız.
Koca evrende, kendi evrenimizden büyük yalnızlığımız var.
Buna rağmen, güzel şarkılar, güzel insanlar var.
Gülümsemekten daha güzeli; gülümsetmek.
Ne mutlu bana eğer bu siteye sayemde tıklayıp gülümsediysen.
● ● ●
şarkı senin için: https://www.youtube.com/watch?v=u1p9kj-odnU&list=RDu1p9kj-odnU
çevirisi de:
I have never loved someone the way I love you
(daha önce hiçkimseyi seni sevdiğim gibi sevmedim)
I have never seen a smile like yours
(seninki gibi bir gülümseme hiç görmedim)
And if you grow up to be king or clown or pauper
(ve bir gün kral, soytarı ya da dilenci olsan da)
I will say you are my favorite one in town
(en sevdiğimin sen olduğunu söyleyeceğim)
I have never held a hand so soft and sacred
(daha önce hiç böylesine yumuşak ve ürkek bir el tutmadım)
When I hear your laugh I know heaven’s key
(gülüşünü duymak cennetin anahtarı gibi)
And when I grow to be a poppy in the graveyard
(ve bir gün mezarlıkta büyüyen bir gelincik olduğumda)
I will send you all my love upon the breeze
(bir rüzgarla sana bütün sevgimi yollayacağım)
And if the breeze won’t blow your way, I will be the sun
(ve eğer rüzgar sana doğru esmezse, güneş olacağım)
And if the sun won’t shine your way, I will be the rain
(ve eğer güneş sana doğru doğmazsa, yağmur olacağım)
And if the rain won’t wash away all your aches and pains
(ve eğer yağmur tüm sızılarını alıp götürmezse)
I will find some other way to tell you you’re okay.
(başka bir yol bulup sana her şeyin yolunda olduğunu söyleyeceğim)
You’re okay...
(her şey yolunda, iyisin...)
30 Eylül 2015 Çarşamba
17 Haziran 2015 Çarşamba
Bir şiir molası; Elleri Var Özgürlüğün
size çok güzel dizeler getirdim.
Elleri Var Özgürlüğün - Oktay Rıfat Horozcu
1
Köpürerek koşuyordu atlarımız
Durgun denize doğru.
2
Bu uçuş, güvercindeki,
Özgürlük sevinci mi ne!
3
Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz,
Düşünmek yasak,
İşgücünü savunmak yasak!
4
Ürünü ayırmışlar ağacından,
Tutturabildiğine,
Satıyorlar pazarda;
Emeğin dalları kırılmış, yerde.
5
Işık kör edicidir, diyorlar,
Özgürlük patlayıcı.
Lambamızı bozan da,
Özgürlüğe kundak sokan da onlar.
Uzandık mı patlasın istiyorlar,
Yaktık mı tutuşalım.
Mayın tarlaları var,
Karanlıkta duruyor ekmekle su.
6
Elleri var özgürlüğün,
Gözleri, ayakları;
Silmek için kanlı teri,
Bakmak için yarınlara,
Eşitliğe doğru giden.
7
Ben kafes, sen sarmaşık;
Dolan dolanabildiğin kadar!
8
Özgürlük sevgisi bu,
İnsan kapılmaya görsün bir kez;
Bir urba ki eskimez,
Bir düş ki gerçekten daha doğru.
9
Yiğit sürücüleri tarihsel akışın,
İşçiler, evren kovanının arıları;
Bir kara somunun çevresinde döndükçe
Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler.
O somunla doğrulur uykusundan akıl,
Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz;
O güneşle bağımsızlığa erer kişi.
10
Bu umut özgür olmanın kapısı;
Mutlu günlere insanca aralık.
Bu sevinç mutlu günlerin ışığı;
Vurur üstümüze usulca ürkek.
Gel yurdumun insanı görün artık,
Özgürlüğün kapısında dal gibi;
Ardında gökyüzü kardeşçe mavi!
Elleri Var Özgürlüğün - Oktay Rıfat Horozcu
1
Köpürerek koşuyordu atlarımız
Durgun denize doğru.
2
Bu uçuş, güvercindeki,
Özgürlük sevinci mi ne!
3
Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz,
Düşünmek yasak,
İşgücünü savunmak yasak!
4
Ürünü ayırmışlar ağacından,
Tutturabildiğine,
Satıyorlar pazarda;
Emeğin dalları kırılmış, yerde.
5
Işık kör edicidir, diyorlar,
Özgürlük patlayıcı.
Lambamızı bozan da,
Özgürlüğe kundak sokan da onlar.
Uzandık mı patlasın istiyorlar,
Yaktık mı tutuşalım.
Mayın tarlaları var,
Karanlıkta duruyor ekmekle su.
6
Elleri var özgürlüğün,
Gözleri, ayakları;
Silmek için kanlı teri,
Bakmak için yarınlara,
Eşitliğe doğru giden.
7
Ben kafes, sen sarmaşık;
Dolan dolanabildiğin kadar!
8
Özgürlük sevgisi bu,
İnsan kapılmaya görsün bir kez;
Bir urba ki eskimez,
Bir düş ki gerçekten daha doğru.
9
Yiğit sürücüleri tarihsel akışın,
İşçiler, evren kovanının arıları;
Bir kara somunun çevresinde döndükçe
Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler.
O somunla doğrulur uykusundan akıl,
Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz;
O güneşle bağımsızlığa erer kişi.
10
Bu umut özgür olmanın kapısı;
Mutlu günlere insanca aralık.
Bu sevinç mutlu günlerin ışığı;
Vurur üstümüze usulca ürkek.
Gel yurdumun insanı görün artık,
Özgürlüğün kapısında dal gibi;
Ardında gökyüzü kardeşçe mavi!
3 Haziran 2015 Çarşamba
Ardından saygı, sevgi, ve sonsuz bir minnet ve hasretle; Nâzım!
Bugün, hayatına tam 17 yıllık hapislik, ardından yaşamının sonuna kadar insanlarından "dünyanın en iyi insanları" diye bahsettiği memleketine sonsuz bir hasretlik, faşizme karşı kocaman bir kavga, onu o yapan unutulmaz sevdalar ve tüm bu saydıklarımı "dünyanın en güzel dillerinden biri" diye nitelendirdiği Türkçe'sinde yazdığı onlarca şiir, oyun ve yazı sığdıran ama o daima peşinden gidip sesini dinlediği en hakiki kılavuzuna, kalbine yenik düşen, memleket şairi Nâzım Hikmet'in, Mavi Gözlü Dev'imizin 52. ölüm yıldönümü.
"Benim en büyük bahtsızlığım bu! Asıl şiirsel çalışmam boşa gidiyor, yok oluyor! Şiirlerim elliden çok dile çevrildi, çeşit çeşit elliden çok halk okuyor onları ama ben Türk'üm. Her şeyden önce Türkler için yazıyorum! Ama gel gelelim onlar da beni okumuyor. Okumalarının da olanağı yok çünkü Türkiye'de yayımlanmıyorum. Oysa beni sonuna kadar, tam anlamıyla ancak orada, yurdumda anlarlar." demişti Hikmet.
Bugün hala onu okuyan, sonuna kadar ve tam anlamıyla anlayan ve anlayacak bir nesile mensup olmanın haklı gururuyla ve onu kaybetmiş olmanın hüznüyle bugün bir kez daha bu büyük Türk şairinin hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
Tüm ihtişamıyla bu dünyadan Nâzım geçti.
İyi ki geçtin dünyadan ve iyi ki yıllar öncesinden hala uzanıyorsun bize şiirlerinle.
İyi ki geçtin dünyadan ve iyi ki yıllar öncesinden hala uzanıyorsun bize şiirlerinle.
Ardından saygı, sevgi, ve en az bunlar kadar sonsuz bir minnet ve hasretle; Nâzım!
Daima...
Daima...
Otobiyografi
1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.
11 Eylül 1961 / Doğu Berlin.
27 Mayıs 2015 Çarşamba
Nâzım ve Vera'nın tanışması: "Alo, Nâzım Hikmet mi? Sizinle redaktör Vera Tulyakova konuşuyor."
Çocuklar için Arnavut bir halk masalından uyarlamacak olan bir film için görevlendirilmişti.
Fakat ressamların, hatta hiçkimsenin Arnavutluk yaşamı üzerine bir bilgisi yoktu; ne bir giysi, ne de bir eşya... Çalışma durmuştu. Hemen yardım edebilecek, araştırmaları değerlendirebilcek birini arayıp bulmaları gerekiyordu. Tüm stüdyo arayış içindeyken aralarından biri şu fikri sundu:
"Neden Nâzım Hikmet'ten rica etmiyoruz? Türkler üç yüzyıl kaldılar Arnavutluk'ta, o anlar bu işten."
Yazarlar Birliği'ne telefon edilmiş ve tahmin edilenin aksine hiçbir güçlük çekilmeden iki telefon numarası alınmıştı. Bunlar Nâzım'ın Peredelkino'daki yazlığının ve Moskova'daki dairesinin telefon numaralarıydı. Stüdyonun şefi başta olmak üzere tüm çalışanlar Nâzım'dan gelecek olan kritik cevabı duyabilmek için dikkat kesilmiş, telefonun diğer ucundan Nâzım'ın ahizeyi kaldırmasını bekliyorlardı. Hattın ucunda onu bekleyen kişi Vera Tulyakova'ydı.
Telefon açıldı ve Vera, hayatının geri kalanını kendisine şiirler yazarak geçirecek olan Türk şairi Nâzım Hikmet'le konuşmaya başladı:
"Al-lô, Nâzım Hikmet mi? Sizinle redaktör Vera Tulyakova konuşuyor."
Fakat ressamların, hatta hiçkimsenin Arnavutluk yaşamı üzerine bir bilgisi yoktu; ne bir giysi, ne de bir eşya... Çalışma durmuştu. Hemen yardım edebilecek, araştırmaları değerlendirebilcek birini arayıp bulmaları gerekiyordu. Tüm stüdyo arayış içindeyken aralarından biri şu fikri sundu:
"Neden Nâzım Hikmet'ten rica etmiyoruz? Türkler üç yüzyıl kaldılar Arnavutluk'ta, o anlar bu işten."
Yazarlar Birliği'ne telefon edilmiş ve tahmin edilenin aksine hiçbir güçlük çekilmeden iki telefon numarası alınmıştı. Bunlar Nâzım'ın Peredelkino'daki yazlığının ve Moskova'daki dairesinin telefon numaralarıydı. Stüdyonun şefi başta olmak üzere tüm çalışanlar Nâzım'dan gelecek olan kritik cevabı duyabilmek için dikkat kesilmiş, telefonun diğer ucundan Nâzım'ın ahizeyi kaldırmasını bekliyorlardı. Hattın ucunda onu bekleyen kişi Vera Tulyakova'ydı.
Telefon açıldı ve Vera, hayatının geri kalanını kendisine şiirler yazarak geçirecek olan Türk şairi Nâzım Hikmet'le konuşmaya başladı:
"Al-lô, Nâzım Hikmet mi? Sizinle redaktör Vera Tulyakova konuşuyor."
22 Mayıs 2015 Cuma
Nâzım Hikmet ve Romanya
Hasta kalbine ve askerliğini yapmış olmasına rağmen 49 yaşında yeniden askere çağırılmıştı Nâzım Hikmet.
Sonu Sabahattin Ali gibi olacaktı.
Hali hazırda birkaç kere onu öldürmeyi denemişlerdi, eşi Münevver'le yolda yürürken süratli bir araç tarafından ezilme girişimine uğramış, güçlükle kurtulmuştu.
Kendisine kurulan komployu biliyordu.
Pasaport alması imkansızdı. Onlar da Refik Erduran'ın sürdüğü bir takayla Bulgaristan üzerinden Moskova'ya ulaşmak amacıyla 17 Haziran 1951 sabahı açıldılar maviliğe...
Yolda Romen şilebiyle karşılaşmaları Nâzım için yeni hayatının başlangıcı oldu...
Şilebin etrafında bir saat turlamalarının ardından, Bükreş'e haber gönderilip ve olumlu yanıt gelince, memleket şairi Nâzım Hikmet'in rotası Bükreş'e çevrildi. Ve 20 Haziran 1951 günü, Bükreş radyosu "Kızıl Şair Nâzım Hikmet'in Bükreş'e vardığını" duyurdu.
Bükreş'le ilk tanışması, vatandaşlığından çıkarıldığı ve her şeyden çok sevdiği memleketinden ayrılmasının ilk adımıydı.
Daha sonra yeniden geldi Bükreş'e... Eşi Vera Tulyakova ile gezdiler "kafesin içindeki özgürlüğü" ona sunan şehri...
Ve "Romanya'ya Dair Lirik Röportaj"ı yazdı Nâzım.
Çok sevdi Romanya'yı.
Minnetle karışık bir sevgiydi bu.
Bükreş'in ağaçlı sokaklarından, Braşov'un dağlarından, tatil bölgesi Mamaya'dan, yöresel yemek mamaligadan, Komitelul Çentral'den, 23 Ağustos Fabrikası'ndan bahsediyor şiirinde.
Romanya yaraştı kadınıma diyor Vera Tulyakova için. "Kirpikleri bir kat daha mavileşti."
Yaşadığım şehir Bükreş, Nâzım'dan okuyunca çok daha güzel.
Bu yıl Kahire'de idim.
ama Bükreş'te yedim güneşi.
Domatesti, çilekti, kirazdı
ballı gölgesi idi ıhlamurların
portakal şerbeti idi, buzlu
ve 33 derece idi derimin üstünde
saçları saman sarısı, kirpikleri mavi.
Bükreş'e ağaçlarla girdim.
Taşa, asfalta, betona
dört koldan saldıran
ve onları yenen ağaçlarla.
Ağaçsız insanın kaderi
ölü yağmurlardır
yağar içine.
Bir erik ağacı tanırdım
bir cezaevinde, avluda
sırlarımı bilirdi.
Kara günlerimde tuttu elimden.
Bükreş'te yeni evler gördüm.
Ebem kuşakları
ve şafakta suydu evler.
Braşov'da çıktılar karşıma
dağlarla beraber.
Ve Karadeniz'de
Mamaya'dan Mangalya'ya kadar.
Fıskiyelerin sevinci evler.
Rahatlığı ütülü, temiz çamaşırların.
Mimarlar sağolun.
Sözün 57'den sonrakilere.
Ellerinize, gözlerinize
kağıdınıza, pergellerinize selam.
Selam taşçılara, dülgerlere, montörlere,
demiri dövenlere, betonu dökenlere,
ağacı biçenlere, camcılara,
ve bu işte bir tutam olsun
emeği geçenlerin topuna selam.
Selam Komitelul Çentral'in aklına.
Evler içinde oturanlarla aydınlanır
Günaydın 23 Ağustos Fabrikası işçileri,
ve traktör fabrikası işçileri,
ve devlet planı katipleri, günaydın.
Günaydın uslu çocuklarla tatlı kocakarılar.
Gümaydın zeytin dalı kızlar.
Çalmak isterdim kapınızı
İçmek isterdim şıralı sebze çorbanızı
ve külbastınızdan yemek,
tatmak mamaligalı sarmanızdan.
Kitaplarınıza bakmak isterdim.
Belki adıma raslarım birinin kapağında
ve çevirmek radyonuzun düğmesini,
dinlemek Anadolu havalarını.
Yanıktır, erkekçe yanık,
yiğittirler, ağırbaşlı.
Çıktım Bükreş'ten
kavaklar iki yanda uçsuz bucaksız.
Kamyonlar yerli malı,
sığırlar semiz.
Toprak elbirliği ile dokunan bir kilim.
Anadolum, Anadolum, ah benim Anadolum
Uçak uçuşu ile iki kanatlık yerdesin burdan.
Yırtık boş bir heybesin
sırmalı omuzlarında insanlarımın.
Anadolum, ah Anadolum,
belki artık bir mezar boyu uzaksın benden.
Yaşamak güzel şey.
Hep beraber yaşıyorsak güzeli.
Romanya yaraştı kadınıma.
Kirpikleri bir kat daha mavileşti.
Saçlarında Romanya'nın gökyüzü ile dönecek eve.
Saman sarısı saçlarında firuze tarak
ve yayla çiçeklerinin aklığı teninde,
dudaklarında Karadeniz'in tuzu.
Hoşçakal halkın Romanya'sı
Romanya'sı hepimizin,
güveni hepimizin.
Gene görüşmek, kısmet olur inşallah.
Haziran 1962/Bükreş
Sonu Sabahattin Ali gibi olacaktı.
Hali hazırda birkaç kere onu öldürmeyi denemişlerdi, eşi Münevver'le yolda yürürken süratli bir araç tarafından ezilme girişimine uğramış, güçlükle kurtulmuştu.
Kendisine kurulan komployu biliyordu.
Pasaport alması imkansızdı. Onlar da Refik Erduran'ın sürdüğü bir takayla Bulgaristan üzerinden Moskova'ya ulaşmak amacıyla 17 Haziran 1951 sabahı açıldılar maviliğe...
Yolda Romen şilebiyle karşılaşmaları Nâzım için yeni hayatının başlangıcı oldu...
Şilebin etrafında bir saat turlamalarının ardından, Bükreş'e haber gönderilip ve olumlu yanıt gelince, memleket şairi Nâzım Hikmet'in rotası Bükreş'e çevrildi. Ve 20 Haziran 1951 günü, Bükreş radyosu "Kızıl Şair Nâzım Hikmet'in Bükreş'e vardığını" duyurdu.
Bükreş'le ilk tanışması, vatandaşlığından çıkarıldığı ve her şeyden çok sevdiği memleketinden ayrılmasının ilk adımıydı.
Daha sonra yeniden geldi Bükreş'e... Eşi Vera Tulyakova ile gezdiler "kafesin içindeki özgürlüğü" ona sunan şehri...
Ve "Romanya'ya Dair Lirik Röportaj"ı yazdı Nâzım.
Çok sevdi Romanya'yı.
Minnetle karışık bir sevgiydi bu.
Bükreş'in ağaçlı sokaklarından, Braşov'un dağlarından, tatil bölgesi Mamaya'dan, yöresel yemek mamaligadan, Komitelul Çentral'den, 23 Ağustos Fabrikası'ndan bahsediyor şiirinde.
Romanya yaraştı kadınıma diyor Vera Tulyakova için. "Kirpikleri bir kat daha mavileşti."
Yaşadığım şehir Bükreş, Nâzım'dan okuyunca çok daha güzel.
Bu yıl Kahire'de idim.
ama Bükreş'te yedim güneşi.
Domatesti, çilekti, kirazdı
ballı gölgesi idi ıhlamurların
portakal şerbeti idi, buzlu
ve 33 derece idi derimin üstünde
saçları saman sarısı, kirpikleri mavi.
Bükreş'e ağaçlarla girdim.
Taşa, asfalta, betona
dört koldan saldıran
ve onları yenen ağaçlarla.
Ağaçsız insanın kaderi
ölü yağmurlardır
yağar içine.
Bir erik ağacı tanırdım
bir cezaevinde, avluda
sırlarımı bilirdi.
Kara günlerimde tuttu elimden.
Bükreş'te yeni evler gördüm.
Ebem kuşakları
ve şafakta suydu evler.
Braşov'da çıktılar karşıma
dağlarla beraber.
Ve Karadeniz'de
Mamaya'dan Mangalya'ya kadar.
Fıskiyelerin sevinci evler.
Rahatlığı ütülü, temiz çamaşırların.
Mimarlar sağolun.
Sözün 57'den sonrakilere.
Ellerinize, gözlerinize
kağıdınıza, pergellerinize selam.
Selam taşçılara, dülgerlere, montörlere,
demiri dövenlere, betonu dökenlere,
ağacı biçenlere, camcılara,
ve bu işte bir tutam olsun
emeği geçenlerin topuna selam.
Selam Komitelul Çentral'in aklına.
Evler içinde oturanlarla aydınlanır
Günaydın 23 Ağustos Fabrikası işçileri,
ve traktör fabrikası işçileri,
ve devlet planı katipleri, günaydın.
Günaydın uslu çocuklarla tatlı kocakarılar.
Gümaydın zeytin dalı kızlar.
Çalmak isterdim kapınızı
İçmek isterdim şıralı sebze çorbanızı
ve külbastınızdan yemek,
tatmak mamaligalı sarmanızdan.
Kitaplarınıza bakmak isterdim.
Belki adıma raslarım birinin kapağında
ve çevirmek radyonuzun düğmesini,
dinlemek Anadolu havalarını.
Yanıktır, erkekçe yanık,
yiğittirler, ağırbaşlı.
Çıktım Bükreş'ten
kavaklar iki yanda uçsuz bucaksız.
Kamyonlar yerli malı,
sığırlar semiz.
Toprak elbirliği ile dokunan bir kilim.
Anadolum, Anadolum, ah benim Anadolum
Uçak uçuşu ile iki kanatlık yerdesin burdan.
Yırtık boş bir heybesin
sırmalı omuzlarında insanlarımın.
Anadolum, ah Anadolum,
belki artık bir mezar boyu uzaksın benden.
Yaşamak güzel şey.
Hep beraber yaşıyorsak güzeli.
Romanya yaraştı kadınıma.
Kirpikleri bir kat daha mavileşti.
Saçlarında Romanya'nın gökyüzü ile dönecek eve.
Saman sarısı saçlarında firuze tarak
ve yayla çiçeklerinin aklığı teninde,
dudaklarında Karadeniz'in tuzu.
Hoşçakal halkın Romanya'sı
Romanya'sı hepimizin,
güveni hepimizin.
Gene görüşmek, kısmet olur inşallah.
Haziran 1962/Bükreş
16 Mayıs 2015 Cumartesi
TED Konuşmaları: Neden Şiire İhtiyaç Duyarız?
TED Konuşmalarıyla tanışmamı sağlayan Nil Karaibrahimgil'e öncelikle yine yeni yeniden teşekkür ederim.
Şiir eleştirmeni Stephen Burt, "Neden şiire ihtiyaç duyarız?" sorusunu tam da benim gibi kelimelerin en çok söylemek istediği şeyin etrafında kafiyelerle döndüğü ve en son ona göz kırptığı yollardan söylenişine aşık olanlar için cevaplamış.
(videoyu izlemek isteyenler için: http://www.ted.com/talks/stephen_burt_why_people_need_poetry?language=tr )
Videonun başında sözcük insanı olduğundan, dünyayı en iyi biçimde resimlerle ya da sayılarla değil, sözcüklerle anladığını ve yeni bir duygu tattığında bunu sözcüklere dönüştürdüğünü söylüyor.
Bu tanımlamadan yola çıkarsam, bende kendimi bir sözcük insanı olarak tanımlayabilirim. Hissettiklerinizi birer kelimeyle de olsa yazmadan, tam hissetmiş olmuyormuşsunuz gibi değil mi? Mesela herkesin yıllar yılı yazmaya kıyamadığı ve sakladığı bir defteri mutlaka olmuştur. Ben buna ne yazsam ki defter bitince üzülmesem diye düşünenlere bu noktada şöyle bir tavsiyem olabilir; unutmak istemediğiniz olaylar karşısında hissettiklerinizi not edin! Mesela aşık olduğunuz kişinin sevgisini hissettiğinizde, midenizin hemen altındaki saniyelik kıpırtıyı ya da çok sinirlendiğiniz bir olay karşısında farkında olmadan dudağınızın ısırdığınız köşesindeki o sonradan duyduğunuz sızıyı not edin. Bunlar, o his geçtikten sonra o an nasıl hissettiğinizi hatırlamanıza ve kendinizi daha iyi anlamanıza yardımcı olur. "O an böyle hissetmiştim, vay be" diyerek her gün yeniden kendinizde bilmediğiniz bir noktanızı keşfedip ondan kurtulmak için ilk adımı atabilir ya da onu çok sevip hayatınızın sonuna kadar sıkı sıkıya sarılmaya karar verebilirsiniz.
İşte bu noktada şiir, biz sözcük insanlarının iletişim kanalı oluyor. Tüm o hisler, şiirlerde şekilleniyor. O anki hislerinize ama kafiyeli ama kafiyesiz, günlük hayatta kullandığımız dilden bir noktada daha farklı, içimizdeki ulaşılması zor bir noktaya parmak ucuyla dokunabilecek araç, şiirdir.
Burt, konuşmasının ilerleyen dakikalarında "Şiiri okuması ve paylaşması kolaydır ve bir şiiri okuduğunuzda birisinin sizinle ya da size hitaben konuştuğunu hayal edersiniz; çok uzakta bulunan ya da hayali ya da ölmüş birinin. Bu nedenle bir şeyi ya da birisini hatırlamak istediğimizde, kutlamak istediğimizde, ölümün ötesine bakmak ya da hoşçakal demek istediğimizde şiirin kapısını çalarız. Şiiri önemli kılan nedenlerden biridir bu." diyor.
İçimizdeki o nokta hariç, çok uzakta bulunan, hayali ya da ölmüş birine de dokunma gücü olan yine şiirin kendisidir. Kullanıcı adımda belirttiğim, benden 94 sene önce dünyaya gelip bundan 52 sene önce gitmiş olan kıymetli şair Nâzım Hikmet'in elini mısra aralarında sıkı sıkıya tutabiliyor olmam, onun şiirlerinde benimle konuşması ve bana hitab etmesindendir.
"Şiirler nasıl hissetiğinizi söylemenize, göstermenize yardımcı olabilir, bununla beraber sizi duygularla tanıştırırlar, dünyadaki varoluş biçimleriyle, size hiç benzemeyen insanlarla, hatta belki çok, çok eski zamanlardan insanlarla... Hatta bazı şiirler size ellerinden gelenin sadece bu olduğunu söylerler....ve bir an için de olsa, belki size de oluyordur, çok eskilerden birisiyle karşılaştığım ya da karşılaşıyor gibi olduğum hissine kapılıyorum, oldukça unutulmaz birisi."
Daha önce şiirlerin diğer insanları nasıl hissettirdiği üzerine hiç kafa yormamış biri olarak, konuşmanın bu kısmı en kıymetli mesajı iletiyor. Şiirler bizi şairin deneyimleriyle edindiği duygularla ve hatta şairin kendisiyle tanıştırır.
Naçizane tavsiyem, duygularınıza ayna tutup yansımasında onları size normalden farklı yönleriyle yansıtan şiirlerle hala tanışmadıysanız tanışın ve içinizdeki noktaya dokunan en güzel şiiri bulana kadar hepsinin tadına bir bir bakın. Belki sizde çok eskilerden biriyle, bir hisle, hiç sevmediğiniz bir rengin aslında o en güzel tonuyla karşılaşır ve onu tanıdığınıza çok mutlu olursunuz.
"Şiirler nasıl hissetiğinizi söylemenize, göstermenize yardımcı olabilir, bununla beraber sizi duygularla tanıştırırlar, dünyadaki varoluş biçimleriyle, size hiç benzemeyen insanlarla, hatta belki çok, çok eski zamanlardan insanlarla... Hatta bazı şiirler size ellerinden gelenin sadece bu olduğunu söylerler....ve bir an için de olsa, belki size de oluyordur, çok eskilerden birisiyle karşılaştığım ya da karşılaşıyor gibi olduğum hissine kapılıyorum, oldukça unutulmaz birisi."
Daha önce şiirlerin diğer insanları nasıl hissettirdiği üzerine hiç kafa yormamış biri olarak, konuşmanın bu kısmı en kıymetli mesajı iletiyor. Şiirler bizi şairin deneyimleriyle edindiği duygularla ve hatta şairin kendisiyle tanıştırır.
Naçizane tavsiyem, duygularınıza ayna tutup yansımasında onları size normalden farklı yönleriyle yansıtan şiirlerle hala tanışmadıysanız tanışın ve içinizdeki noktaya dokunan en güzel şiiri bulana kadar hepsinin tadına bir bir bakın. Belki sizde çok eskilerden biriyle, bir hisle, hiç sevmediğiniz bir rengin aslında o en güzel tonuyla karşılaşır ve onu tanıdığınıza çok mutlu olursunuz.
Şiirle kalın.
27 Nisan 2015 Pazartesi
"Nâzım'la yine bir acının köşe başında buluştuk"
Nâzım'la yine bir acının köşe başında buluştuk.
Acımı, onun acısında yazdığı satırlarla dindirmeye çalışıyorum.
Hasretlerimiz, sevdalarımız, vazgeçtiklerimiz, acılarımız, hatta sevinçlerimiz, bizim her şeyimiz, Nâzım'la bir-miş.
O her şeyi benden evvel kılavuz olsun diye yaşamış, yazmış, miras bırakmış bana.
Nâzım'ın köpeği Şeytan'a yazdığı mersiye:
Köpeğimin adı Şeytan'dı
(dı)'lık adıyla ilgili değil,
Adına bir şey olmadı.
Adına benzemezdi de
Şeytanlar zalim olur,
Zalimler: yalancı ve kurnaz,
Ama zalimler akıllı olamaz.
Köpeğim akıllıydı.
Biraz da ben öldürdüm köpeğimi,
Bakmasını bilemedim.
Bakmasını bilemezsen
Ağaç bile dikme.
Elinde kuruyan ağaç
Dert olur insana.
Yüzmek suda öğrenilir, diyeceksin.
Doğru.
Boğulursan
Bir sen boğulursun ama.
Kaç sabahtır uyanıyorum,
Dinliyorum ortalığı,
Kapımı tırmalayan yok.
Ağlamak geliyor içimden,
Ağlayamadığım için utanıyorum.
İnsan gibiydi.
Hayvanların çoğu insan gibidir,
Hem de iyi insan gibi.
Kalın boynu kıldan inceydi dostluğun buyruğunda.
Hürriyeti, dişleriyle bacaklarındaydı,
Nezaketi, tüylü uzun kuyruğunda.
Göresim gelirdi birbirimizi.
En büyük işlerden konuşurdu: açlıktan, tokluktan, sevdalardan.
Ama bilmedi sıla hasretini.
Benim başımda o iş.
Şairi cennete koymuşlar
"Ah, memleketim!" demiş.
Öldü,
Bu dünyada nasıl ölünürse
İnsan olsun, hayvan olsun, bitki olsun
Döşekte, toprakta, havada, suda,
Ansızın, bekleyerek, uykuda,
Bu dünyada nasıl ölünürse,
Nasıl öleceksem,
Nasıl öleceksek...
Acımı, onun acısında yazdığı satırlarla dindirmeye çalışıyorum.
Hasretlerimiz, sevdalarımız, vazgeçtiklerimiz, acılarımız, hatta sevinçlerimiz, bizim her şeyimiz, Nâzım'la bir-miş.
O her şeyi benden evvel kılavuz olsun diye yaşamış, yazmış, miras bırakmış bana.
Nâzım'ın köpeği Şeytan'a yazdığı mersiye:
Köpeğimin adı Şeytan'dı
(dı)'lık adıyla ilgili değil,
Adına bir şey olmadı.
Adına benzemezdi de
Şeytanlar zalim olur,
Zalimler: yalancı ve kurnaz,
Ama zalimler akıllı olamaz.
Köpeğim akıllıydı.
Biraz da ben öldürdüm köpeğimi,
Bakmasını bilemedim.
Bakmasını bilemezsen
Ağaç bile dikme.
Elinde kuruyan ağaç
Dert olur insana.
Yüzmek suda öğrenilir, diyeceksin.
Doğru.
Boğulursan
Bir sen boğulursun ama.
Kaç sabahtır uyanıyorum,
Dinliyorum ortalığı,
Kapımı tırmalayan yok.
Ağlamak geliyor içimden,
Ağlayamadığım için utanıyorum.
İnsan gibiydi.
Hayvanların çoğu insan gibidir,
Hem de iyi insan gibi.
Kalın boynu kıldan inceydi dostluğun buyruğunda.
Hürriyeti, dişleriyle bacaklarındaydı,
Nezaketi, tüylü uzun kuyruğunda.
Göresim gelirdi birbirimizi.
En büyük işlerden konuşurdu: açlıktan, tokluktan, sevdalardan.
Ama bilmedi sıla hasretini.
Benim başımda o iş.
Şairi cennete koymuşlar
"Ah, memleketim!" demiş.
Öldü,
Bu dünyada nasıl ölünürse
İnsan olsun, hayvan olsun, bitki olsun
Döşekte, toprakta, havada, suda,
Ansızın, bekleyerek, uykuda,
Bu dünyada nasıl ölünürse,
Nasıl öleceksem,
Nasıl öleceksek...
19 Nisan 2015 Pazar
Nâzım Hikmet Rubailer/ III. Bölüm üzerine; dostlara, sevdaya!
1
İnsan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...
İnkar etsekte bu böyle. Ya hayranızdır ya düşman... Ortası yoktur insanoğlunda. Hayran olduklarımıza kalbimizin ve beynimizin bir köşesinde daima yer verir, yeri geldi mi tozunu alıp, sayfalarını şöyle bir karıştırıp geri koyarız yerlerine. Bir ezgide, bir mısrada, bir çiçek kokusunda, bir resim çerçevesinde daima hatırlarız, bir dakika bile çıkarmayız aklımızdan... Bir köşede daima yer veririz. Kalanını da hiç yokmuş gibi unuturuz, sahi.
2
Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü
sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
bahtiyarlığına benzer seni sevmek...
Karlı bir çam ormanında nefes almanın bahtiyarlığı... Her nefeste tertemiz mis gibi solumak sevda havasını...
Ey benim sevgilim,
"oh be" diye soluyarak sevmek seni, bak işte tam da Nâzım'ın dediği gibi...
3
Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin.
Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...
Kim bilir, gerçekten öyledir belki...
Aramıza kilometreleri almasaydık, aynı gökyüzü altında, aslında birbirine en yakın, karşılıklı iki ruh olduğumuza inanmasaydık, aradaki kilometrelerin çokluğuyla kalplerin daha da yakınlaştığını düşünmeseydik, hasretin tadına bakmasaydık yani böylesine hallice, kim bilir, belki de böylesine yoğun olmazdı kıymeti birbirimizin. iyi ki...
4
Gün iyiden iyiye ışıdı artık,
tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaştı ortalık.
Sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire:
aydınlık, alabildiğine aydınlık...
Sevgiliyle yüz yüze gelmeyi alabildiğine aydınlık olarak betimlemek ancak Nâzım'ın yapabileceği muazzam bir benzetmedir diyor, bunun üstüne söz söyleyemiyorum.
Okuyun,
Nâzım okuyun!
İnsan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...
İnkar etsekte bu böyle. Ya hayranızdır ya düşman... Ortası yoktur insanoğlunda. Hayran olduklarımıza kalbimizin ve beynimizin bir köşesinde daima yer verir, yeri geldi mi tozunu alıp, sayfalarını şöyle bir karıştırıp geri koyarız yerlerine. Bir ezgide, bir mısrada, bir çiçek kokusunda, bir resim çerçevesinde daima hatırlarız, bir dakika bile çıkarmayız aklımızdan... Bir köşede daima yer veririz. Kalanını da hiç yokmuş gibi unuturuz, sahi.
2
Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü
sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
bahtiyarlığına benzer seni sevmek...
Karlı bir çam ormanında nefes almanın bahtiyarlığı... Her nefeste tertemiz mis gibi solumak sevda havasını...
Ey benim sevgilim,
"oh be" diye soluyarak sevmek seni, bak işte tam da Nâzım'ın dediği gibi...
3
Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin.
Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...
Kim bilir, gerçekten öyledir belki...
Aramıza kilometreleri almasaydık, aynı gökyüzü altında, aslında birbirine en yakın, karşılıklı iki ruh olduğumuza inanmasaydık, aradaki kilometrelerin çokluğuyla kalplerin daha da yakınlaştığını düşünmeseydik, hasretin tadına bakmasaydık yani böylesine hallice, kim bilir, belki de böylesine yoğun olmazdı kıymeti birbirimizin. iyi ki...
4
Gün iyiden iyiye ışıdı artık,
tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaştı ortalık.
Sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire:
aydınlık, alabildiğine aydınlık...
Sevgiliyle yüz yüze gelmeyi alabildiğine aydınlık olarak betimlemek ancak Nâzım'ın yapabileceği muazzam bir benzetmedir diyor, bunun üstüne söz söyleyemiyorum.
Okuyun,
Nâzım okuyun!
27 Mart 2015 Cuma
delilik ve deliler üzerine yazılmış bir yazı
Özkan Uğur, bize bizimle ilgili bazı şeyler anlatmış hanımlar beyler.
bu yazının esin kaynağı videoyu henüz izlemediyseniz sizi önce şöyle alalım:
https://www.youtube.com/watch?v=W5HpfReeMcU
Ne dedi Özkan Uğur?
Dedi ki;
"Delilik gerçek sizle tanışma halidir ve delirdiğiniz zaman akıllılardan daha zenginsinizdir artık."
Dünyanın en güzel şeyi belkide deli olmak.
Ne yapsan yeri,
sana her gün bayram,
kırk akıllıdan üstünsün birde.
Bu zenginliğe kavuşmuş insanları kitap ayracı niyetine hayatımın sayfalarının arasına bir bir koyar, rengime renk katarım.
İçinde hiç delilik olmayan insandan uzak durun.
Mantık, delilikle harmanlanırsa güzel.
Ne gibi delilerden mi bahsediyoruz?
Mesela;
deli bir film
Onur Ünlü yönetmenliğinde, Güneşin Oğlu.
Film baştan aşağı deli saçması bi' olay ve delilerden ibaret.
En akıllı mesajları en deli şekilde iletiyor.
dolayısıyla en deli sahne
Haluk Bilginer / Ülkü Tamer şiiri sahnesi
buram buram deli adam. replay tuşunuza hakim olunuz.
https://www.youtube.com/watch?v=eG24N-zIr-E
deli bir şarkı
Flört - Kafayı Yedim
Deli abilerimizden sözlerinin hiçbirinin hiçbir anlam ifade etmediği ama bir o kadar da enfes bi' şarkı.
https://www.youtube.com/watch?v=JBhEnhJfjIY
deli bir şiir
Nâzım Hikmet - Deli Gözbebekleri
(Fazıl Say Nâzım Oratoryosundan "deli gözbebekleri" https://www.youtube.com/watch?v=1aYyjBDCj3o)
Değil birkaç
değil beş on
otuz milyon
aç
bizim!
Onlar
bizim!
Biz
onların!
Dalgalar
denizin!
Deniz
dalgaların!
Değil birkaç
değil beş on
30.000.000
30.000.000!
Açlar dizilmiş açlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
sıska cılız
eğri büğrü dallarıyla
eğri büğrü ağaçlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
açlar dizilmiş açlar!
Bunlar!
Yürüyen parçaları
o kurak
toprakların!
Kimi
kemik
dizlerine vurarak
yuvarlak
bir karın
taşıyor!
Kimi
deri deri!
Yalnız
yaşıyor
gözleri!
Uzaktan
simsiyah sivriliği
nokta nokta uzayıp damara batan
kocaman balı bir nalın çivisi gibi
deli gözbebekleri,
gözbebekleri!
Hele bunlar
hele bunlarda öyle bir ağrı var ki,
bunlar
öyle bakarlar ki!...
Ağrımız büyük!
büyük!
büyük!
Fakat
artık imanımıza inemez tokat!
Demirleşti bağrımız,
çünkü ağrımız
30.000.000
deli gözbebekleri!
Gözbebekleri!
Ey
beni
ağzı açık
dinleyen adam!
Belki arkamdan bana
bu kalbini
haykırana
"kaçık"
diyen adam!
Sen de eğer
ötekiler
gibi kazsan,
bir mana
koyamazsan
sözlerime
bak bari gözlerime;
bunlar:
deli gözbebekleri!
gözbebekleri!
deli bir kitap
bugünlerde elimde; Desiderius Erasmus - Deliliğe Övgü
kitap hakkında kısacık:
"Gülmece türündeki yapıta egemen olan iki temel görüş vardır. Bunlardan birine göre gerçek bilgelik, deliliktir. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir. Kitapta delilik, kendi kendisine övgüler düzer; bu arada çocuklukta ve yaşlılıkta, aşkta, evlilikte ve dostlukta, politikada ve savaşta deliliğin nasıl her zaman egemen olduğu gösterilir. Tüm uğraş alanları, özellikle din kurumu ve din adamları bu panorama çerçevesinde sergilenir. Deliliği konuşturma kisvesi altında Erasmus, çağının kilisesine ve o kilisenin mensuplarına en acımasız eleştirileri yöneltir. Bu niteliğiyle “Deliliğe Övgü” çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri olmuştur."
deli bir ressam
Salvador Dali
5 maddede deliliği:
1- 22 aylıkken ölen erkek kardeşinin dünyaya reenkarnasyonla gelen versiyonu olduğuna inanırdı çünkü onun ölümünden hemen 9 ay sonra dünyaya gelmişti.
2- Çocukken sadistti.
Bir arkadaşını köprüden aşağı atmış ve sert kayalıklara düşüşünü gülümseyip kiraz yiyerek izlemiştir.
Dali'nin çocukluğuna dair bir başka sıradışı olay ise yerde karıncaların yemeye koyulduğu ölü bir yarasayı alıp ısırmasıdır. Nedeni ise karıncaların onda ne bulduğunu merak etmesidir.
3- Yoko Ono, Dali'ye bıyıklarından saç teli yapma teklifini sunduğunda Dali karşılığında 10bin dolar istemiştir. Yoko Ono'nun fiyata burun kıvırmasıyla da kendisine karabüyü yapmasından endişelenmiş ve bıyıkları yerine ona kuru çimenlerle dolu bir kutu göndermiştir. (Hö?)
4- Çizimlerinin sıradışılığı üzerine uyuşturucu kullandığı düşünülen Dali'nin cevabı şöyle olmuştur
"Uyuşturucu kullanmıyorum. Ben kendim uyuşturucuyum."
5- Kendisinden 10 yaş büyük olan ve başta başkasıyla evli olan Elena Ivanovna Diakonova(Gala), ancak eşi öldükten sonra Dali'yle evlenmiştir. Gala'nın öldükten sonra Dali onu Pubol Şatosu'nun alt katına gömüyor ve şatoya yerleşiyor -sırf ona hala yakın olabilmek için. Fakat bir gece yangın çıkıyor ve Dali ölüm tehlikesi atlatıyor, daha sonra bir daha Pubol Şatosu'na hiç gitmiyor. (aşkta bir yere kadar:p)
http://i2.wp.com/listverse.com/wp-content/uploads/2014/03/dali-ocelot-library-congress.jpg?resize=632%2C356
dolayısıyla deli bir tablo
muz kabuğundan yapılmış hamakta yatan muzu sallayan muz kabuğu.
yazınca bile kulağa deli geldi, di mi?
işte:
http://trash-russia.com/wp-content/uploads/2014/07/russian-salvador-dali-surrealistic-paintings-by-vladimir-kush-5.jpg
deli bir aşk hikayesi
(dikkat aşırı delilik içerir)
Marina Abramović ve Ulay
(bak morla yazdım, o derece)
http://listelist.com/marina-ulay/
dolayısıyla en deli aşkın en deli sahnesi
21 yıl sonra göz göze gelmek...
https://www.youtube.com/watch?v=OS0Tg0IjCp4
Diyeceğim şudur ki sevgili okuyucu, gerçek bilgelik gerçekten deliliktir.
Kafanız mı karıştı?
Olur öyle.
bu yazının esin kaynağı videoyu henüz izlemediyseniz sizi önce şöyle alalım:
https://www.youtube.com/watch?v=W5HpfReeMcU
Ne dedi Özkan Uğur?
Dedi ki;
"Delilik gerçek sizle tanışma halidir ve delirdiğiniz zaman akıllılardan daha zenginsinizdir artık."
Dünyanın en güzel şeyi belkide deli olmak.
Ne yapsan yeri,
sana her gün bayram,
kırk akıllıdan üstünsün birde.
Bu zenginliğe kavuşmuş insanları kitap ayracı niyetine hayatımın sayfalarının arasına bir bir koyar, rengime renk katarım.
İçinde hiç delilik olmayan insandan uzak durun.
Mantık, delilikle harmanlanırsa güzel.
Ne gibi delilerden mi bahsediyoruz?
Mesela;
deli bir film
Onur Ünlü yönetmenliğinde, Güneşin Oğlu.
Film baştan aşağı deli saçması bi' olay ve delilerden ibaret.
En akıllı mesajları en deli şekilde iletiyor.
dolayısıyla en deli sahne
Haluk Bilginer / Ülkü Tamer şiiri sahnesi
buram buram deli adam. replay tuşunuza hakim olunuz.
https://www.youtube.com/watch?v=eG24N-zIr-E
deli bir şarkı
Flört - Kafayı Yedim
Deli abilerimizden sözlerinin hiçbirinin hiçbir anlam ifade etmediği ama bir o kadar da enfes bi' şarkı.
https://www.youtube.com/watch?v=JBhEnhJfjIY
deli bir şiir
Nâzım Hikmet - Deli Gözbebekleri
(Fazıl Say Nâzım Oratoryosundan "deli gözbebekleri" https://www.youtube.com/watch?v=1aYyjBDCj3o)
Değil birkaç
değil beş on
otuz milyon
aç
bizim!
Onlar
bizim!
Biz
onların!
Dalgalar
denizin!
Deniz
dalgaların!
Değil birkaç
değil beş on
30.000.000
30.000.000!
Açlar dizilmiş açlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
sıska cılız
eğri büğrü dallarıyla
eğri büğrü ağaçlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
açlar dizilmiş açlar!
Bunlar!
Yürüyen parçaları
o kurak
toprakların!
Kimi
kemik
dizlerine vurarak
yuvarlak
bir karın
taşıyor!
Kimi
deri deri!
Yalnız
yaşıyor
gözleri!
Uzaktan
simsiyah sivriliği
nokta nokta uzayıp damara batan
kocaman balı bir nalın çivisi gibi
deli gözbebekleri,
gözbebekleri!
Hele bunlar
hele bunlarda öyle bir ağrı var ki,
bunlar
öyle bakarlar ki!...
Ağrımız büyük!
büyük!
büyük!
Fakat
artık imanımıza inemez tokat!
Demirleşti bağrımız,
çünkü ağrımız
30.000.000
deli gözbebekleri!
Gözbebekleri!
Ey
beni
ağzı açık
dinleyen adam!
Belki arkamdan bana
bu kalbini
haykırana
"kaçık"
diyen adam!
Sen de eğer
ötekiler
gibi kazsan,
bir mana
koyamazsan
sözlerime
bak bari gözlerime;
bunlar:
deli gözbebekleri!
gözbebekleri!
deli bir kitap
bugünlerde elimde; Desiderius Erasmus - Deliliğe Övgü
kitap hakkında kısacık:
"Gülmece türündeki yapıta egemen olan iki temel görüş vardır. Bunlardan birine göre gerçek bilgelik, deliliktir. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir. Kitapta delilik, kendi kendisine övgüler düzer; bu arada çocuklukta ve yaşlılıkta, aşkta, evlilikte ve dostlukta, politikada ve savaşta deliliğin nasıl her zaman egemen olduğu gösterilir. Tüm uğraş alanları, özellikle din kurumu ve din adamları bu panorama çerçevesinde sergilenir. Deliliği konuşturma kisvesi altında Erasmus, çağının kilisesine ve o kilisenin mensuplarına en acımasız eleştirileri yöneltir. Bu niteliğiyle “Deliliğe Övgü” çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri olmuştur."
deli bir ressam
Salvador Dali
5 maddede deliliği:
1- 22 aylıkken ölen erkek kardeşinin dünyaya reenkarnasyonla gelen versiyonu olduğuna inanırdı çünkü onun ölümünden hemen 9 ay sonra dünyaya gelmişti.
2- Çocukken sadistti.
Bir arkadaşını köprüden aşağı atmış ve sert kayalıklara düşüşünü gülümseyip kiraz yiyerek izlemiştir.
Dali'nin çocukluğuna dair bir başka sıradışı olay ise yerde karıncaların yemeye koyulduğu ölü bir yarasayı alıp ısırmasıdır. Nedeni ise karıncaların onda ne bulduğunu merak etmesidir.
3- Yoko Ono, Dali'ye bıyıklarından saç teli yapma teklifini sunduğunda Dali karşılığında 10bin dolar istemiştir. Yoko Ono'nun fiyata burun kıvırmasıyla da kendisine karabüyü yapmasından endişelenmiş ve bıyıkları yerine ona kuru çimenlerle dolu bir kutu göndermiştir. (Hö?)
4- Çizimlerinin sıradışılığı üzerine uyuşturucu kullandığı düşünülen Dali'nin cevabı şöyle olmuştur
"Uyuşturucu kullanmıyorum. Ben kendim uyuşturucuyum."
5- Kendisinden 10 yaş büyük olan ve başta başkasıyla evli olan Elena Ivanovna Diakonova(Gala), ancak eşi öldükten sonra Dali'yle evlenmiştir. Gala'nın öldükten sonra Dali onu Pubol Şatosu'nun alt katına gömüyor ve şatoya yerleşiyor -sırf ona hala yakın olabilmek için. Fakat bir gece yangın çıkıyor ve Dali ölüm tehlikesi atlatıyor, daha sonra bir daha Pubol Şatosu'na hiç gitmiyor. (aşkta bir yere kadar:p)
http://i2.wp.com/listverse.com/wp-content/uploads/2014/03/dali-ocelot-library-congress.jpg?resize=632%2C356
dolayısıyla deli bir tablo
muz kabuğundan yapılmış hamakta yatan muzu sallayan muz kabuğu.
yazınca bile kulağa deli geldi, di mi?
işte:
http://trash-russia.com/wp-content/uploads/2014/07/russian-salvador-dali-surrealistic-paintings-by-vladimir-kush-5.jpg
deli bir aşk hikayesi
(dikkat aşırı delilik içerir)
Marina Abramović ve Ulay
(bak morla yazdım, o derece)
http://listelist.com/marina-ulay/
dolayısıyla en deli aşkın en deli sahnesi
21 yıl sonra göz göze gelmek...
https://www.youtube.com/watch?v=OS0Tg0IjCp4
Diyeceğim şudur ki sevgili okuyucu, gerçek bilgelik gerçekten deliliktir.
Kafanız mı karıştı?
Olur öyle.
6 Mart 2015 Cuma
"Vakit kaybıydı diyemem ama, sen hiç dostum olmamışsın meğer..."
Öncelikle, linke tıklıyoruz: https://www.youtube.com/watch?v=8KUcexG5ggk
Bilinçaltınız geceler boyu görmek ve duymak istediklerinizi size ısrarla gösterip acı çekmenizi her geçen gün biraz daha tetiklese de, ikiniz de bilirsiniz ki o görüntüler gerçekliğe hiç mi hiç ait değildir. Meğer çok hata yapmışız.
Meğer bunca zaman gözünüz kapalı bakmışız.
Meğer yıllarca olduğunuz yerde saymış durmuşuz,
ve meğer en ama en kötüsüymüş, dostunuz sanıp aldanmışız.
Yıllarca sürmezmiş, boşa açmışız kalbimizi sonuna kadar.
Vakit kaybıydı diyemem ama, sen hiç dostum olmamışsın meğer..
Biraz üzüldüm. Hepsi bu.
Bilinçaltınız geceler boyu görmek ve duymak istediklerinizi size ısrarla gösterip acı çekmenizi her geçen gün biraz daha tetiklese de, ikiniz de bilirsiniz ki o görüntüler gerçekliğe hiç mi hiç ait değildir. Meğer çok hata yapmışız.
Meğer bunca zaman gözünüz kapalı bakmışız.
Meğer yıllarca olduğunuz yerde saymış durmuşuz,
ve meğer en ama en kötüsüymüş, dostunuz sanıp aldanmışız.
Yıllarca sürmezmiş, boşa açmışız kalbimizi sonuna kadar.
Vakit kaybıydı diyemem ama, sen hiç dostum olmamışsın meğer..
Biraz üzüldüm. Hepsi bu.
7 Şubat 2015 Cumartesi
Godot'yu Beklerken
Godot'yu Beklerken, (okunuşu Godo'yu Beklerken) bir Samuel Beckett oyunu.
Oyunda Estragon ve Vladimir'in bildiği tek şey onu, yani Godot'yu beklemeleri gerektiğidir.
Mekan ıssız bir kır yoludur ve görünürde tek şey vardır; bir ağaç. Godot'yu beklerler ama o bir türlü gelmez.
ESTRAGON – haydi gidelim.
VLADİMİR – gidemeyiz.
ESTRAGON – neden?
VLADİMİR – godot'yu bekliyoruz.
(sessizlik)
Anlaştıkları saatte, anlaştıkları mekanda beklemeyi sürdürürler ama bekleyişleri her gün boşa çıkar. Gitmek isterler gidemezler. Yapacak başka hiçbir şeyleri yoktur. Estragon her gün aynı şeyi söyler "yapacak bir şey yok"
Küçük çocuğun her gün Godot'nun yarın geleceği haberini getirmesiyle bekleyişleri her gün yeniden başlar ama Godot hiç gelmez. Ve böylelikle hergün, aslında gelmeyeceğini bildikleri halde Godot'u beklemeye devam ederler...
ESTRAGON – E, gidiyor muyuz ?
VLADİMİR – Gidelim.
(kıpırdamazlar)
Godot oyunda bir insandır ama aslında içimizde beslediğimiz umudumuzun temsilcisidir. Kimine göre tanrıdır, aşktır, paradır...
Düşlemekten hiç yorulmadığımız hayallerimizdir.
Hiç gerçekleşmeyeceğini düşündüğümüz halde olmasını umutsuzca beklediğimiz beklentilerimizdir. Ne onu beklemekten vazgeçebiliriz, ne de umutsuzluğun körüklediği bırakıp gitme hissimizi bir an olsun dizginleyebiliriz.
İçimizde daima o beklentiyi besleme hissiyle yaşarız. O bizim bir parçamızdır. Onu beklemekten başka çaremiz yok...
Hergün onu bekleyeceğimiz bir güne daha uyanmaktan başka yapabileceğimiz hiçbir şeyimiz yok... Godot belki bize de hiç gelmeyecek ama beklemeyi hiç bırakmayacağız.
Bizimde "bu kadar yeter, hadi gidelim!" diyeceğimiz günlerimiz olacak ama bizde her seferinde yerimizden hiç kıpırdayamayacağız. Çünkü bir süre sonra onu beklemeye duyduğumuz nedensiz ama bir o kadar da kuvvetli inancın aslında bizi biz yapan tek şey olduğunu fark edeceğiz ve hergün, yeniden, beklemeye anlamsızca devam edeceğiz...
"Yapacak bir şey yok"
Oyunda Estragon ve Vladimir'in bildiği tek şey onu, yani Godot'yu beklemeleri gerektiğidir.
Mekan ıssız bir kır yoludur ve görünürde tek şey vardır; bir ağaç. Godot'yu beklerler ama o bir türlü gelmez.
ESTRAGON – haydi gidelim.
VLADİMİR – gidemeyiz.
ESTRAGON – neden?
VLADİMİR – godot'yu bekliyoruz.
(sessizlik)
Anlaştıkları saatte, anlaştıkları mekanda beklemeyi sürdürürler ama bekleyişleri her gün boşa çıkar. Gitmek isterler gidemezler. Yapacak başka hiçbir şeyleri yoktur. Estragon her gün aynı şeyi söyler "yapacak bir şey yok"
Küçük çocuğun her gün Godot'nun yarın geleceği haberini getirmesiyle bekleyişleri her gün yeniden başlar ama Godot hiç gelmez. Ve böylelikle hergün, aslında gelmeyeceğini bildikleri halde Godot'u beklemeye devam ederler...
ESTRAGON – E, gidiyor muyuz ?
VLADİMİR – Gidelim.
(kıpırdamazlar)
Godot oyunda bir insandır ama aslında içimizde beslediğimiz umudumuzun temsilcisidir. Kimine göre tanrıdır, aşktır, paradır...
Düşlemekten hiç yorulmadığımız hayallerimizdir.
Hiç gerçekleşmeyeceğini düşündüğümüz halde olmasını umutsuzca beklediğimiz beklentilerimizdir. Ne onu beklemekten vazgeçebiliriz, ne de umutsuzluğun körüklediği bırakıp gitme hissimizi bir an olsun dizginleyebiliriz.
İçimizde daima o beklentiyi besleme hissiyle yaşarız. O bizim bir parçamızdır. Onu beklemekten başka çaremiz yok...
Hergün onu bekleyeceğimiz bir güne daha uyanmaktan başka yapabileceğimiz hiçbir şeyimiz yok... Godot belki bize de hiç gelmeyecek ama beklemeyi hiç bırakmayacağız.
Bizimde "bu kadar yeter, hadi gidelim!" diyeceğimiz günlerimiz olacak ama bizde her seferinde yerimizden hiç kıpırdayamayacağız. Çünkü bir süre sonra onu beklemeye duyduğumuz nedensiz ama bir o kadar da kuvvetli inancın aslında bizi biz yapan tek şey olduğunu fark edeceğiz ve hergün, yeniden, beklemeye anlamsızca devam edeceğiz...
"Yapacak bir şey yok"
10 Ocak 2015 Cumartesi
Sizde hiç Attilâ İlhan gibi "hiçbir şeyiniz" olan birine şiir yazdınız mı?
Bir Attilâ İlhan şiirine hikayesiyle beraber tesadüf ettim bugün.
Şiirlerin hikayelerini şiirlerden, çoğu zamanda şairleri hepsinden çok severim.
"Sen benim hiçbir şeyimsin" şiirini her zaman çok ilginç bulduysamda oturup hikayesini araştırmak hiç aklıma gelmemişti.
Attilâ İlhan o hikayeyi şöyle anlatmış:
"O yıllarda özellikle İzmir'de, bazı genç kızlar, telefonla beni arardı. Kimisi adını verir, kimisi vermez. Bazısıyla Kültürpark'ta ya da Karşıyaka'daki bir deniz kahvesinde buluşuruz, söyleşiriz. Bazısı 'meçhul' kalmayı yeğler, sadece telefonla söyleşir. Şiir işte bu sonuncu türden bir ilişkinin etkisiyle yazıldı. Kim olduğunu hala bilmediğim o genç kız, en çok da geceleri beni arar, sıcak, biraz kırık sesiyle dakikalarca konuşurdu. Ben de konuşurdum elbet. Allah bilir ona neler anlatırdım. Derken, dönüp dolaşıp onun benim neyim olduğu sorusuna takıldık, sıcak bir yazakşamı gibi hatırlıyorum, sen dedim benim hiçbir şeyimsin. Sonra bu yeni şiirin ilk mısrası oldu. Bitirip ona okuduğumda adamakıllı içlendiğini hatırlıyorum. Kimdi dersiniz?"
ve o şiir:
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz
Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesinle ağlayarak
Sen benim hiçbir şeyimsin
ve görüyorum ki hiçbir şeyimiz olmayan insanlara bile böylesine güzel dizeler döktürmek mümkünken, şiirin devasa gücü asla göz ardı edilemez bir gerçekmiş.
şairler, şu yeryüzüne gelmiş en nadide insanlar.
Şiirlerin hikayelerini şiirlerden, çoğu zamanda şairleri hepsinden çok severim.
"Sen benim hiçbir şeyimsin" şiirini her zaman çok ilginç bulduysamda oturup hikayesini araştırmak hiç aklıma gelmemişti.
Attilâ İlhan o hikayeyi şöyle anlatmış:
"O yıllarda özellikle İzmir'de, bazı genç kızlar, telefonla beni arardı. Kimisi adını verir, kimisi vermez. Bazısıyla Kültürpark'ta ya da Karşıyaka'daki bir deniz kahvesinde buluşuruz, söyleşiriz. Bazısı 'meçhul' kalmayı yeğler, sadece telefonla söyleşir. Şiir işte bu sonuncu türden bir ilişkinin etkisiyle yazıldı. Kim olduğunu hala bilmediğim o genç kız, en çok da geceleri beni arar, sıcak, biraz kırık sesiyle dakikalarca konuşurdu. Ben de konuşurdum elbet. Allah bilir ona neler anlatırdım. Derken, dönüp dolaşıp onun benim neyim olduğu sorusuna takıldık, sıcak bir yazakşamı gibi hatırlıyorum, sen dedim benim hiçbir şeyimsin. Sonra bu yeni şiirin ilk mısrası oldu. Bitirip ona okuduğumda adamakıllı içlendiğini hatırlıyorum. Kimdi dersiniz?"
ve o şiir:
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz
Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesinle ağlayarak
Sen benim hiçbir şeyimsin
ve görüyorum ki hiçbir şeyimiz olmayan insanlara bile böylesine güzel dizeler döktürmek mümkünken, şiirin devasa gücü asla göz ardı edilemez bir gerçekmiş.
şairler, şu yeryüzüne gelmiş en nadide insanlar.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)