Empati, yeryüzündeki insanların acilen öğrenip, sindirip, uygulaması gereken bir fikir.
Karşısındakinin ne hissedebileceğini, ne tepki vereceğini, ne düşüneceğini önceden tahmin edip ayağını ona göre uzatmak elbette ki müthiş sağlıklı bir iletişimden başka bir şey doğurmayacaktır.
Fakat her şeyde olduğu gibi, empatide de bir denge olmalıymış ki, kişi kendini kaybedip sünger gibi başkasının acısını veya neşesini çekmesin.
Değer verdiğimiz insanlar hakkında aldığımız iyi veya kötü haberlere onlardan çok sevinip üzülmek ve bunu empati diye adlandırmak, akıl hastası olmaya davetiye çıkarmaktan başka bir şey değilmiş.
Empati, insanı güçlü ve "işini bilir" kılıyor ki, ruhunun çaresizliğinde sıkışıp kalmış herkes, empatiyi sindirmiş insanların etrafında kendilerine bir parça huzur arayışı içine giriyor. İşte tam da bu noktada devreye bencillik girmezse sıradaki adım kendimizi karşımızdaki için feda etmek oluyor.
Ben merkezli düşünmek her ne kadar hastalıklı bir durum olsa da, dengeli olduğu takdirde en gerekli şey oluveriyor.
Empati ve bencilliği yoğurup dünyanın en güzel hamurundan pişirilmiş olmak, empati kurmaktan çok daha değerliymiş. Ne olursa olsun, kendimizi hiçbir zaman ikinci plana atmamalıymışız.
Bir cümle bana bunları söyletmeye yetti. Umarım sizin cümlenizde bunlardan biri olur.
"Biraz bencil ol Deniz, bu denli empati insanı öldürür!"
21 Aralık 2013 Cumartesi
17 Aralık 2013 Salı
Rudyard Kipling'in If (Eğer) şiiri üzerine;
Şiir öyle sade ama öyle net ki, her okuduğumda kendimden yeni bir parça buluveriyorum.
"Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan" demiş şiirin başlarında mesela. "Hayalleri olmayan bir insan düşünülebilir mi ki?" sorusuyla başlatıyor beni iç yolculuğuma. Hayallerimiz annesinin eteğinin arkasına saklanmış birer utangaç çocuk; gel, otur dememizi bekleyen. Tek yapmamız gereken çağırıp başucumuza oturtmak bence. Esir olma kısmına gelince, hayallerinin daimi esiri biri olarak bu konuda tuş ediyor beni Rudyard Kipling. Şahsen ben hep sırıtsın isterim hayallerim bana al yanaklarıyla ve esiri olayım olabildiğimce...
"Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen" diyor bir başka kısımda da. Bu hem üzerine nice yazılar, kitaplar yazılabilecek derin, hem de bir o kadar basit bir satır... Zafere de yenilgiye de aynı şekilde davranabilen insanlar olsak, dünyada ne hırs kalır ne bir şey. Keşke böyle insanlar olabilsek...
Şiire devam edip "Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen" kısmına geçtiğimde, kendime kızmaktan başka bir şey yapamıyorum. Tüm insanları sevme kısmı bir yana dursun, aşırıya kaçmak söz konusu olduğunda tabiri caizse halay başı ben oluyorum. Törpülemem gereken çok sivri uçlara sahibim bu konuda, ya çok seviyorum, ya hiç. Ortasındaysam vay karşımdakinin haline... Aşırı olmak, belaya "gel gel" yapmakmış. Dediğimi yap, yaptığımı yapma sevgili okuyucu. Bu konuda da haklı Rudyard Kipling...
"Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı, altmış saniyede koşarak doldurabilirsen" kısmı bir tokat gibi çarpıyor suratıma. Şu iki satırı böylesine derinden hissetmemin sebebini bilmiyorum ama her okuduğumda ve hatırladığımda; mecazi anlamda kullanılmış olan "koşmak" fiiline hemen kendi fiillerimi ekliyorum. Sevmek, heyecanlanmak, hüzünlenmek, özlemek... Dönmeyecek olan şu bir dakikamın altmış saniyesini de "koşarak" değerlendirmeye çalışıyorum. Sen de çalış...
Rudyard Kipling'e göre, insan olma yolunda uzun adımlar atmış biriyim ki, seni de buna davet ederim.
Rudyard Kipling - Eğer
Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;
Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
ve kaybedip yeniden başlayabilir
ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen
ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden
başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;
Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;
Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası
sen bir İNSAN olursun oğlum...
"Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan" demiş şiirin başlarında mesela. "Hayalleri olmayan bir insan düşünülebilir mi ki?" sorusuyla başlatıyor beni iç yolculuğuma. Hayallerimiz annesinin eteğinin arkasına saklanmış birer utangaç çocuk; gel, otur dememizi bekleyen. Tek yapmamız gereken çağırıp başucumuza oturtmak bence. Esir olma kısmına gelince, hayallerinin daimi esiri biri olarak bu konuda tuş ediyor beni Rudyard Kipling. Şahsen ben hep sırıtsın isterim hayallerim bana al yanaklarıyla ve esiri olayım olabildiğimce...
"Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen" diyor bir başka kısımda da. Bu hem üzerine nice yazılar, kitaplar yazılabilecek derin, hem de bir o kadar basit bir satır... Zafere de yenilgiye de aynı şekilde davranabilen insanlar olsak, dünyada ne hırs kalır ne bir şey. Keşke böyle insanlar olabilsek...
Şiire devam edip "Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen" kısmına geçtiğimde, kendime kızmaktan başka bir şey yapamıyorum. Tüm insanları sevme kısmı bir yana dursun, aşırıya kaçmak söz konusu olduğunda tabiri caizse halay başı ben oluyorum. Törpülemem gereken çok sivri uçlara sahibim bu konuda, ya çok seviyorum, ya hiç. Ortasındaysam vay karşımdakinin haline... Aşırı olmak, belaya "gel gel" yapmakmış. Dediğimi yap, yaptığımı yapma sevgili okuyucu. Bu konuda da haklı Rudyard Kipling...
"Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı, altmış saniyede koşarak doldurabilirsen" kısmı bir tokat gibi çarpıyor suratıma. Şu iki satırı böylesine derinden hissetmemin sebebini bilmiyorum ama her okuduğumda ve hatırladığımda; mecazi anlamda kullanılmış olan "koşmak" fiiline hemen kendi fiillerimi ekliyorum. Sevmek, heyecanlanmak, hüzünlenmek, özlemek... Dönmeyecek olan şu bir dakikamın altmış saniyesini de "koşarak" değerlendirmeye çalışıyorum. Sen de çalış...
Rudyard Kipling'e göre, insan olma yolunda uzun adımlar atmış biriyim ki, seni de buna davet ederim.
Rudyard Kipling - Eğer
Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;
Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
ve kaybedip yeniden başlayabilir
ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen
ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden
başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;
Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;
Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası
sen bir İNSAN olursun oğlum...
16 Aralık 2013 Pazartesi
"Dün bugünün aynısı olmasın!"
İnsanlar zoru ve uğraşı gördüklerinde "üşeniyorum, öyleyse yarın!" felsefesini her gün yeniden söyleyen ve hiç gelmeyecek olan yarın'lar yaratan aciz birer figür olmayı tercih ediyorlar bugünlerde.
Onlara üzülmekle beraber, yalnızca basit bir figür değil, resmin en önemli ayrıntısı olabilmek için "dün bugünün aynısı olmasın" felsefesini benimseyenlerden olduğum için seviniyorum. Bugünüm dünün aynısı olacaksa, yarından umut beklemenin ne manası olsun ki?
Onlara üzülmekle beraber, yalnızca basit bir figür değil, resmin en önemli ayrıntısı olabilmek için "dün bugünün aynısı olmasın" felsefesini benimseyenlerden olduğum için seviniyorum. Bugünüm dünün aynısı olacaksa, yarından umut beklemenin ne manası olsun ki?
13 Aralık 2013 Cuma
Benliğine çoktan tutunmuş ve tutunacak olanlara selam olsun, ben geldim!
Nasıl bir şeyin varlığı daima bir diğerininkine bağlıysa maddesel açıdan, hayatımın evrelerinde ben de mutlaka sıkı sıkı tutunup varlığımı ona bağlayabileceğim bir şeyler buldum hep.
Bu kimi zaman bir şahıs oldu, kimi zaman cansız bir nesne, kimi zamansa yalnızca bir his...
Çoğunluk bunları takıntı olarak adlandırdıysa da, benim için onlar bir uğraş, bir amaçtı...
Sıkı sıkı tutunduğum bir şeyler yoksa düşecekmişim gibiydi, sanki tutunamazsam bunca emek boşa gidecekti.
Fakat gün geldi, tutunduğum şahısların tutunmaya değer olmadığını, cansız nesnelerin deli olduğumu düşünmenizden başka bir işe yaramadığını ve hislerinse daima yanılttığını fark ettim.
Fakat huy bu, can çıkar o çıkmazmış. Tutunamazsam düşeceğim!
Bende en büyük gerçekliği seçtim.
Ben izin vermedikçe çıkıp gidemeyecek, nasıl istersem öyle olabilecek, daima gerçekle yüzleştirebilecek olana tutundum.
Benliğime, özümdeki tanrı parçacığına sarıldım dört elle.
Gördüm ki; kişi benliğinin süzgecinden geçmezse, elinde hep çürük kısımlar kalıyor ve bunu talihsizlik olarak adlandırıyor.
Benliğine çoktan tutunmuş ve tutunacak olanlara selam olsun, ben geldim!
Bu kimi zaman bir şahıs oldu, kimi zaman cansız bir nesne, kimi zamansa yalnızca bir his...
Çoğunluk bunları takıntı olarak adlandırdıysa da, benim için onlar bir uğraş, bir amaçtı...
Sıkı sıkı tutunduğum bir şeyler yoksa düşecekmişim gibiydi, sanki tutunamazsam bunca emek boşa gidecekti.
Fakat gün geldi, tutunduğum şahısların tutunmaya değer olmadığını, cansız nesnelerin deli olduğumu düşünmenizden başka bir işe yaramadığını ve hislerinse daima yanılttığını fark ettim.
Fakat huy bu, can çıkar o çıkmazmış. Tutunamazsam düşeceğim!
Bende en büyük gerçekliği seçtim.
Ben izin vermedikçe çıkıp gidemeyecek, nasıl istersem öyle olabilecek, daima gerçekle yüzleştirebilecek olana tutundum.
Benliğime, özümdeki tanrı parçacığına sarıldım dört elle.
Gördüm ki; kişi benliğinin süzgecinden geçmezse, elinde hep çürük kısımlar kalıyor ve bunu talihsizlik olarak adlandırıyor.
Benliğine çoktan tutunmuş ve tutunacak olanlara selam olsun, ben geldim!
Kaydol:
Yorumlar (Atom)