4 Ağustos 2014 Pazartesi

Paris Günlüğü

Bilirsiniz, herkesin gidip görmek için can attığı ya da orda yaşamayı hayal ettiği bir yer vardır.
Ben hep Paris'e gitmeyi düşledim.
Birçok insanın "demir yığını" olduğunu düşündüğü ama benim için muazzam bir şehrin ortasına inşa edilmiş görkemli mi görkemli bir yapı olan Eyfel kulesini görmek, tepesine çıkmak düşlerimi süsledi durdu.
Ağustosun ilk günü, güleryüzlü hostesler eşliğinde titreye titreye bindim uçağa. Normalde dönüş uçağında insanların Paris yazılı ya da eyfelli eşyalar taşıması normal karşılanırken; ben giderken bile tam takım eyfelli gittiğim için gülüştük hostesinden pilotuna her görenle.
Şehre vardık, otele girdik, kuleye gitmek üzere eşyaları odaya fırlatıp metroya bindik. Trecodero istasyonunda inip tabelalardaki "Tour Eiffel" yazılarını takip ede ede çıktık istasyondan. Bir şaşkınlıkla etrafa bakıyoruz ki kule falan yok.
Annemi kardeşimi arkamda bırakıp insan selini takip ederek birkaç metre ilerden herkes gibi sola döndüm ve yıllardır odamda afişleri olan, tişörtlerimde, kolyelerimde, duvar kağıtlarımda, defterlerimde; kısacası her yerde resmini taşıdığım büyülü Eyfel Kulesi'ni tam karşımda buldum.
O an "hiiiiiiiii" diye kuyruğuna basılmış kedi sesi çıkardığımı sonradan arkamdan yetişen annemden duydum. Heyecanlanınca asla kendini tutamayan biri olarak elimi ağzıma basıp iki damla gözyaşının süzülmesine izin verdim. Hayal ettiğimden çok daha büyük, çok daha gözalıcıydı.
Bu zamana kadar az bile abartmışım dedim kendi kendime.
Mutluluğumu ve gözyaşımı gören, bu hassas yönümü bizzat kendisinden aldığım anneme döndüğümde bana bakarak ağladığını görünce bende gözyaşı sel oldu aktı. (Eyfelle ilk fotoğrafımı hiçkimse görmeyecek o yüzden. Eyfelden daha büyük(!) gözler ve pancar suratlar var zira...)

Paris'e dair sevdiğim şeyler:
*Daha uçaktan şehrin kentleşmesine hayran kaldım. Düzgün yerleştirilmiş binaları çok beğendim bir İstanbul'lu olarak.
*Yeşili bol bir şehir, her yerde ağaçlar, yolların ortasında direklere asılmış saksıda çiçeklere bayıldım.
*Otelin karşısındaki binadan çıkan eli bastonlu yaşlı amca, beni karşısında kocaman sırıtarak etrafa bakarken görünce şapkasını çıkararak selam verdi ve "ooo bonjour madam" dedi asırlık dost samimiyetiyle. Çok şekerdi, çok mutlu etti beni.
*Başta Eyfel olmak üzere her köşesinde ayrı bir güzellik vardı. Binaların nostaljik görünümü, sokakların dar oluşu, müzeler, parklar hepsi şüphesiz ki çok güzeldi.
*İstanbul'da saat satan siyahiler, burda Eyfel maketleri satıyordu. 5 tanesi 1 euro diye milleti çekip 30-40 euro kitleyebiliyorlar. Bir tanesi Türk olduğumu duyunca "oooo I like Turkish people" diyerek Fenerbahçe/Galatasaray? dedi birden. Bende Galatasaraaay deyince aynen şöyle "İnşalla şampiyona" dedi. Sonra başladı "Hasan Sas, Ağda Tuğan, Emğe Colak, Teğim Fati"... Tabi ki bu sevimli ötesi hareketinden sonra çoğu hediyeliğimizi ondan aldık. Bir de yaptıkları bu illegal satış esnasında bisikletle yaklaşan polisi fark ettiklerinde hepsi anında birer Usain Bolt oluyordu,
gülmekten ne onlar koşabiliyorlardı, ne de biz kendimizi alabiliyorduk.

Paris'e dair sevmediğim şeyler:
*Şehrin en çok kullanılan ve pratik ulaşım aracı olan metro adeta dökülüyordu. Yalnızca birkaç istasyon(Eyfel'e ya da müzelere çıkanlar) güzel ve temizdi. Diğerleri çok kötü kokuyor, çöp içinde ve bakımsızdı. Hatta bir tanesinde aktarma yaparken iki tane fare gördük, daha kötüsü tek şaşıran bizdik.
*Yalnızca metro değil, işlek 1-2 semti hariç(onlar bile tam temiz olmasa da) çoğu semt çöp içindeydi. Çöp kutuları ağzına kadar dolu, kenarlara bile taşmış olduğundan herkes çöpünü yere atıyordu. İçimden "ulaaaaaaaaan, Paris lan burası, mis gibi şehrimin içine ediyorsunuz hepinize kafa atıcam şimdi" diye haykırmak geldi.
*Fransa'nın başkentine gittik, adam akıllı fransız göremedik. Milliyetler birbirine girmiş. Yanınızdan geçen birinin türk, arap, Afrikalı, italyan, ispanyol, koreli, japon, Çinli olma olasılığı, fransız olma olasılığından daha yüksekti. Ve onların turist olmadığını anlayabiliyorsunuz, hepsi birer Paris sakini.
*Milliyetçilik akımının başkentine gittiğimizi biliyorduk ama bilet istediğimiz metrodaki biletçi kadının ısrarla fransızca ne istiyorsunuz? demesi ve fransızca bilmiyorsanız otomatik gişeye demesi çileden çıkardı. Bir de küfür yedik tabi.
*Irkçı değilim, asla olmadım, olanıda sonuna kadar kınarım ama siyahi insanlar(özellikle erkekler) duş almıyor sanırım. Bir insan keçi gibi kokmamalı. Hele metroda önümde kolları havadayken hiç
kokmamalı.

İlaveten;
Dönüş için havaalanına geldiğimizde bir hata nedeniyle bizi o gün gönderemeyeceklerini, bir gün daha kalmamız gerektiğini, oteli, öğünleri ve otele ulaşımı dahi onların karşılayacaklarını ve paramızı iade edeceklerini söylediler. Bu şekilde uçak biletleri bedavaya gelen ve Paris'te +1 gün daha kazanan şanslı ötesi insanlar olduk. Bu güzel özürleri elbetteki kabul edilmiştir. Air France'i bu hatasından ötürü kutluyor, hatalarının şahsıma devamını bekliyorum.